BELİ HİKAYE
Berduş berber beresini takmıştı o gün, haziranın başı olmasına rağmen. Bereket versin o gün hava o kadar sıcak değildi, rüzgârlıydı hatta. Parkın yanından her geçişinde kuşların berrak sesini tekrar duyabilmek için evden çıkmadan önce cebine attığı yemlerin akşam dönüşü için ayırmadığı kısmını kahvaltı saatini bekleyen kuşlara doğru atardı. Besleyici yemlerini yerken bile başlardı kuşlar yeni bestelerine.
Yürümeye devam ederken birden aklına beygirinin olması halinde caddelerde ne rahat gezebileceği geldi, ama izin verirler miydi dolaşmasına öylece diye de geçirdi kafasından. Bugün kanların olduğu yerde –caddenin ortası- hiçbir bıyıklı adam bıçaklanmamıştı oysa dün öylemiydi, ne karmaşa ne yaygara vardı öyle, adam kurtulmuş muydu acaba. Şimdi hatırladı o adamın piyango biletleri satan adam olduğunu, bir kere ondan bilet almıştı, her zamanki gibi bir şey çıkmamıştı.
Cebini yokladı gözleriyle kuyumcunun açılıp açılmadığını kontrol ederken, bugün bilezikleri bozduracaktı düğünlerinde karısına takılan. Kuyumcu kapalıydı, yanındaki beyaz eşya dükkânında bilgisayarlar vardı ve ekranlarında yazılar kayıp kayıp duruyordu, bilgisayarlardan hiç anlamazdı ve onlara sadece nedenini bilmediği bir hayranlık duyardı. Bilim adamı olamamıştı belki ama bilimkurguyu çok sever fırsat buldukça eş dosttan bulduğu kitapları okurdu.
Birazdan cadde birbirine benzeyen, aynı amaç için koşturan –bir yerlere yetişmek- insanlarla dolacaktı. Çok geçmedi biri saati sordu anlaşılan geç kalmıştı işe ve aceleden saatini takmayı unutmuştu, ona saati söyledi, adam vaktinde yetişebileceği umuduna kapılarak adımlarını iyice hızlandırdı teşekkür etmeyi unutmadan.
Dün gece rüyasında yaşlı bir adam görmüştü, tam yaşını bilmiyordu ama yaşlıydı –oldukça beyaz saçlı-, ona son köfteyi kimin yediğini merak etmiyor musun diye sormuştu yaşlı adam. Ne demekti acaba, hiç anlayamamıştı.
Sonra çırağın sesiyle uyandı düş âleminden. Dükkânını geçmişti yine dalgınlıkla, gülümsedi çırağına ve ilk müşterinin gelmesini beklerken gazetelere göz atmaya başladı. Ne sıradan bir hayatı vardı.
Yürümeye devam ederken birden aklına beygirinin olması halinde caddelerde ne rahat gezebileceği geldi, ama izin verirler miydi dolaşmasına öylece diye de geçirdi kafasından. Bugün kanların olduğu yerde –caddenin ortası- hiçbir bıyıklı adam bıçaklanmamıştı oysa dün öylemiydi, ne karmaşa ne yaygara vardı öyle, adam kurtulmuş muydu acaba. Şimdi hatırladı o adamın piyango biletleri satan adam olduğunu, bir kere ondan bilet almıştı, her zamanki gibi bir şey çıkmamıştı.
Cebini yokladı gözleriyle kuyumcunun açılıp açılmadığını kontrol ederken, bugün bilezikleri bozduracaktı düğünlerinde karısına takılan. Kuyumcu kapalıydı, yanındaki beyaz eşya dükkânında bilgisayarlar vardı ve ekranlarında yazılar kayıp kayıp duruyordu, bilgisayarlardan hiç anlamazdı ve onlara sadece nedenini bilmediği bir hayranlık duyardı. Bilim adamı olamamıştı belki ama bilimkurguyu çok sever fırsat buldukça eş dosttan bulduğu kitapları okurdu.
Birazdan cadde birbirine benzeyen, aynı amaç için koşturan –bir yerlere yetişmek- insanlarla dolacaktı. Çok geçmedi biri saati sordu anlaşılan geç kalmıştı işe ve aceleden saatini takmayı unutmuştu, ona saati söyledi, adam vaktinde yetişebileceği umuduna kapılarak adımlarını iyice hızlandırdı teşekkür etmeyi unutmadan.
Dün gece rüyasında yaşlı bir adam görmüştü, tam yaşını bilmiyordu ama yaşlıydı –oldukça beyaz saçlı-, ona son köfteyi kimin yediğini merak etmiyor musun diye sormuştu yaşlı adam. Ne demekti acaba, hiç anlayamamıştı.
Sonra çırağın sesiyle uyandı düş âleminden. Dükkânını geçmişti yine dalgınlıkla, gülümsedi çırağına ve ilk müşterinin gelmesini beklerken gazetelere göz atmaya başladı. Ne sıradan bir hayatı vardı.
Yorumlar
Yorum Gönder
sen de yaz yaz yaz buraya yaz bütün sözlerini