Edsger Dijkstra'nın Üniversiteler Hakkında Düşünceleri
8 Aralık 1996'da Edsger Dijkstra, Austin’deki, Teksas Üniversitesi, Doğa Bilimleri Fakültesi'nin mezuniyet töreninde bir konuşma yaptı. Aşağıdakiler, İngilizce aslı burada ve ayrıca şurada bulunan bu konuşmasının Türkçe çeviri metnidir.
Bayanlar ve Baylar,
İlk olarak, bu şenlikli günlerde, en yeni lisans mezunlarına hitap eden bu onurlu konuşma daveti için Doğa Bilimleri Fakültesi’ne teşekkür ederim. Elimden geleni yapacağım.
Geçmişiniz, devredilemez mülkünüzdür. Geçmişinizi inkar edemezsiniz ve daha iyi ya da daha kötüsü geçmişiniz, hayatınızın geri kalanını ölüme kadar şekillendirecektir. Duygusal bir anda kaybolan masumiyeti ve cehalet mutluluğunu özleyebilirsiniz ama bu cehalet sonsuza dek kaybolur: artık sizler lisans mezunusunuz ve üniversite eğitiminizin yükünü, hayatınızın geri kalanında, her uyanık anınızda taşımak zorunda kalacaksınız. Dahası, uykunuzda bile hayallerinizin dolu dolu olması için bastırılacaksınız. Bu diploma töreni konuşmasının ana amacı, akademik geçmişinizle birlikte yaşamanıza yardımcı olmaktır: üniversitenizi nasıl hatırlayacağınız konusunda size bazı tavsiyelerde bulunmaya çalışacağım.
Geçmişleri tarafından şekillendirilen sadece kişiler değil, kurumlardır da, yani tüm topluluklardır. Hollandalıyım ve Hollandalılar için birkaç yüzyıl önce İspanyol işgalinden kendilerini nasıl özgürleştirdikleri, biçimlendirici bir deneyim oldu. (Size bir örnek vermek gerekirse: milli marşları o günlerden kalmadır.) Savaş 80 yıl sürdüğü için, Hollandalıların kendilerini özgürleştirmede çok etkili olmadıklarını düşünebilirsiniz ancak zamanın araçlarıyla Hollandalılar başarılı oldular.
1574'te, İspanyollar şehirlerimizden birini fethetmeye çalıştılar, ancak şehir çok iyi savunulduğu için yapamadılar. Bu yüzden şehri kuşatma altına aldılar, nüfusunu açlıktan öldürmeye çalışıyorlardı ki bu, kısmen de olsa başarılı olmuş bir çabadır. Ama su bizim hem düşmanımız hem de dostumuzdur ve 3 Ekim 1574'te bazı Hollandalılar basit bir aletle bir kaç bendi keserek bir su baskınına neden olmuşlar ve şehri kuşatan İspanyol askerleri şehirden yıkayıp atmışlardır.
Bu kuşatmanın kaldırılması, özgürlük mücadelemizde bir dönüm noktası olduğu için Sessiz William, şehrin nüfusunu cesaretleri ve dayanıklılıkları için ödüllendirmek istedi ve onlara iki ödül arasında seçim hakkı verdi: ya tam bir yıl boyunca vergi ödememe özgürlüğü, ya da bir üniversite hakkı ve vatandaşlar ikincisini seçti. Bir yıl içinde, 1575 yılında, benim de darülfünunum olan Leiden Üniversitesi, eski bir rahibe manastırı binasının reformasyonuyla kuruldu.
Size bu hikayeyi anlattım çünkü bir üniversite konseptiyle entelektüel özgürlük pratiği arasındaki sıkı bağı çok düzgün bir şekilde simgeliyor. Halen burada olduğum onlarca yılda, UT'yi bu bağın tam olarak yer aldığı bir yer olarak takdir etmeyi öğrendim. Tavsiyem ve talebim, entelektüel özgürlüğün pratiğine adanmış bir yer olan ve beyninizle ağzınızı kullanmanın birleşiminin teşvik edildiği üniversitenizi hatırlamanız ve beslemenizdir.
Üniversitenin saygı duyulması ve korunması gereken bir sonraki özelliği onun açıklığıdır. Bunu, bir neslin, kendi içgörüsünü ve yeteneklerini bir sonrakine aktardığı tüm teknikler spektrumu boyunca üniversitenin yerine kısaca değinerek açıklayayım.
Bir uçta, anlayışlarını ve yeteneklerini değerli mülk, gizli tutulması gereken bir hazine olarak gören loncaların tekniklerine sahibiz. Gizliliği korumaya yönelik teknikleri, gizli bilgiyi formüle edilmeden tutmaktır; bu nedenle, tabiri caizse çırak, beceriyi geçişimle özümseyebilmek için yedi yıl boyunca bir ustaya katılmalıdır.
Üniversite, spektrumun diğer ucundadır: profesörün, açık formülasyonla ilgili kavrayış ve yetenekleri kamusal alana getirmesi görevidir. Bildiğimiz anlamda üniversitelerin kitap baskı sanatı yerleştikten sonra gelişmeye başlaması bir tesadüf değildir.
Bu eğitim teknikleri spektrumu hakkında söylenecek daha çok şey var ama şimdi bunu yapmayacağım. Gizliliğin yokluğunun ya da daha pozitif olarak formüle edilmişliğin, açıklığın ve dürüstlüğün niçin akademik kuruluşların kalbine dokunan özellikler olduğunu size hatırlatmak için bundan bahsettim, gizleyen veya hile yapan bir üniversite kapılarını kapatabilir.
Akademi/endüstri işbirliğini göz önünde bulundururken akademik açıklığın önemli rolünü hatırlamanız için size yalvarıyorum; bir hükümet, akademik araştırmanın sonuçlarının özgürce yayımlanmasını önlemek için sözde ulusal güvenlik veya refah nedenleri uydurduğu her zaman bunu hatırlamanızı temenni ederim. Üniversiteler milletin güvenlik teşkilatının bir parçası değildirler, onlar ülkenin araştırma laboratuvarları değildir: onlar ulusun üniversiteleridir.
Geçerken şunu söylemek isterim ki, bambaşka bir nedenden ötürü böyle bu açıklık, akademik hayatta kalma için bir ön şarttır. Sadece farklı oldukları ve eğitimsizlerin anlayamadığı şeyleri anlayabildikleri için akademisyenlerden nefret edildi ve korkuldu. M.Ö. 399'da idam edilen Sokrates, MÖ 212'de öldürülen Arşimet ve daha yakın zamanlarda Hypatia, MS 415’te, İskenderiye'de bir Hristiyan çetesi tarafından acımasızca öldürüldü. Orijinal Oxford Kolejleri, öğrencileri ayaktakımına karşı korumak için tahkim edilmiş binalardı ve tüm bunların modası geçmiş şeyler olduğunu düşünürseniz, sizi Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin veya Çin Halk Cumhuriyeti'nin son tarihlerine bakmanızı tavsiye ederim. Bugünlerde akademik dünyaya hoşgörü gösterilmesi bile bir mucize ve şahsen ben akademik dünyanın gizemli hale gelmesi durumunda var olan hoşgörünün de tamamen ortadan kalkacağına inanıyorum.
Üniversite, kampüsteki entelektüel yaşamıyla kuşkusuz yerinde duramayan aklın bir yaratımıdır, fakat yaratılışından daha çoğudur: aynı zamanda onun sığınağıdır. Kampüsteki üniversite benzersizdir, parlak zekalı olmak sosyal olarak kabul edilebilirdir. Dahası, akademik dünyanın dokusu, en devrimci fikirleri dahi özümseyebilecek kadar sağlamdır.
Ama bu sadece yerinde duramayan akıllar için bir sığınak değil, aynı zamanda onlar için bir ayrılmış bölgedir de. Yerinde duramayan akılları korumakla kalmaz, aynı zamanda dünyanın geri kalanını da onlardan korur, eğer serbest bırakılırlarsa tahribata neden olurlar çünkü. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, birbirini zedeleyecek iki dünyayı birbirinden ayırdığı için kampüsün etrafındaki çit çok önemlidir. Çit, dünya üzerinde nispeten çok az doğrudan etkiye sahip olmamızı sağlar ama bundan şikayetçi olursak aptalızdır çünkü istediğimiz kadar radikal olma özgürlüğümüz buna dayanmaktadır, en azından ilk 25 yıl boyunca, sanayi ve bütün dünya her halükarda işimizi görmezden gelir. Şu anda, çitleri alçaltmaya çalışmak için dünya çapında bir eğilim var gibi görünüyor; bu çaba beni kötü yönlendirdi.
Çok küçük ancak yakın bir örnek olarak: "post-tenure review" savsözüyle üniversite ve onun fakültesi arasındaki sözleşmeyi değiştirme girişimlerini duymuş olabilirsiniz. Olayın esaslarını tartışmıyoruz ama bunu alçaltılmış çitin bir belirtisi olarak görmenizi istiyorum. Çünkü altta yatan duygulardan biri, kampüste işe alınma ve kovulmanın her yerde olduğu gibi mümkün olabileceğidir, böylece bir üniversitenin aklınıza gelebilecek diğer her şeyden farklı olması gerektiği göz ardı edilir.
Tüm öğrencilerin üniversiteyi çok özel bir yer olarak hatırlamaları gerektiğini düşünüyorum, ancak Doğa Bilimleri Fakültesi mezunları en çok bunu yapmalıdır çünkü bu okulda, bu zor bilimler, başlarının üstünde bir çatı bulmuştur. Bu, okula gidenlere, orada ne olup bittiği hakkında hiçbir fikre sahip olmayan ve dolayısıyla doğal olarak tüm bilimlerin geçici, eğreti ve geri kalan şeyler gibi modaya bağlı olduğunu varsayan diğerlerine yönelik olarak ağır sorumluluklar yükler.
Bu bakımdan, pek çok yasama organının ve diğer yönetim organlarının gerçek bilim adamlarına pek yer vermemesi güven verici değildir. Bu nedenle tuhaf şeyler olabilir.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Hollandalı endüstriler Hollandalı bir işletme okuluna ihtiyaç duyuyordu. Tamamen mesleki çağrısından dolayı, ancak daha çok entellektüel içeriğin eksikliğinden dolayı mevcut Hollanda üniversitelerinin hiçbiri bununla ilgili bir şey yapmak istemedi ve ayrı bir işletme okulu kuruldu. Bir süreye kadar her şey çok iyiydi ama birkaç on yıl sonra, kurumun statüsünün yükseltilmesine ihtiyaç duyuldu ve ne yaptığını bilmeyen ya da umursamayan Hollanda hükümeti, bu iş okulunu resmi olarak bir üniversite seviyesine yükseltmeyi kabul etti.
Ve 8 Kasım tarihli Austin American-Statesman’ında, yeni Nijenrode Üniversitesi’nin akademik durumunu nasıl kullandığını okuyabiliyorduk: Bill Gates'e bir onursal doktora verdiler, tüm akademisyenler ve ben henüz bunun nasıl olduğunu anlayamadık, bir Hollandalı olarak bunun kefaretini ödeyeceğim.
Neyse ki, bazı cesaretlendirici şeyler de olabiliyor, örneğin 27 Kasım tarihli International Herald Tribune'de bir makale okuduğumuzda, Oxford Üniversitesi’nin şartlara bağlandığı için 34 milyon dolarlık bir hediyeyi geri çevirdiğini öğreniyoruz: hediye yeni bir iş okuluna yöneliktir ancak Oxford yeni bir iş okulu istemiyordur. Üniversiteler gerçekten çok özel yerler olabilir.
Bu arada, iş yönetimini bilimsel bir disiplin olarak görme konusunda şüphelerim olduğu izlenimine kapıldıysanız haklısınız: ciddiye alınmak için çok kararsız görünüyor. 70'li yıllarda öğreti, çeşitlendirmeydi, 80'li yıllarda hakikat, ana işinize yoğunlaşmanız gerektiğini söylüyordu ve 90'lı yıllarda dünya çapındaki inanç, yüksek teknoloji endüstrilerinin entelektüel temizliği gibi görünüyor.
Orada, kampüsleri çevreleyen çitin yüksekliğinden bağımsız olarak, herhangi bir mezun öğrencinin kendisiyle birlikte dışarıdaki dünyaya götürebileceği bir şey var gibi görünüyor ve bu, yutturmacalara, sloganlara, heveslere ve modalara karşı iyi korunmuş bağışıklıkla birlikte gelen sağlıklı şüpheciliktir. Ve bu önemlidir çünkü ikincisi giderek artan bir sıklıkta geçiyor gibi görünüyor.
Bu oldukça şaşırtıcı -ve biraz da üzücü- ne kadar safça ve umutsuzca kurtuluşu bir sonraki araçtan beklemek.
Televizyonun, her oturma odasındaki günlük bir Shakespeare dozuyla, kültürel yoksunluğu azaltacağı teorisiyle nasıl desteklendiğini hatırlıyorum. Böylece toplumun bütün hastalıklarını iyileştirecekti. Ve bunun yerine biz ne aldık? Pembe diziler ve bilgi yarışmaları.
Tepegöz'ün, Socrates'ten bu yana en büyük eğitim yeniliği olarak nasıl karşılandığını hatırlıyorum. Çok daha detaylı bir hazırlık yapılmasını sağlıyordu ve bugünlerde adlandırıldıkları şekliyle yeni "görsel-işitsel yardımcılar" sınıf odalarında devrim yaratacaktı. Her küçük Eskimo’ya da modern öğretimi iglosuna kadar getirecekti. Peki, tepegöz öğretimde ne yaptı? Siz, korkarım ki benden daha iyi bir yargıçsınız.
Terminallerin gelişiyle birlikte, interaktif hata ayıklamanın tüm programlama problemlerimizi nasıl çözeceğini ve renkli ekranların gelişiyle birlikte "algoritma animasyonunun" da nasıl aynısını yapacağını hatırlıyorum. Ve ne aldık? Satın aldığınız şeye güveniyorsanız bir aptal olduğunuzu açıkça belirten yasal uyarı içeren bir ticari yazılım.
Ve şimdi çokluortam/haberleşme abartımız var: en iyi bitler çok uzaklardan gelenlerdir ve "çevrimiçi”, "internette" değilseniz sayılmazsınız, (sanal bir şekilde olsa da) bu dünyada değilsinizdir. Kelime dağarcığında bir fark dışında bu tekrar tekrar aynı yutturmaca, aynı madrabazlıktır ve "ev bankacılığına" geçerek tasarruf edeceğinizi sanıp heyecanlanmayarak bana bir iyilik yapabilirsiniz.
Son zamanlarda şimdiki Kongre Kütüphanesi başkanı James H. Billington, bilgi temelli bir demokrasi yerine, bilgiye boğulmuş bir demokrasiye gidebileceğimizi belirtti. Onun endişesini paylaşıyorum, bu yüzden şu basit dileğimle bitirmeme izin verin.
İlk olarak, bu şenlikli günlerde, en yeni lisans mezunlarına hitap eden bu onurlu konuşma daveti için Doğa Bilimleri Fakültesi’ne teşekkür ederim. Elimden geleni yapacağım.
Geçmişiniz, devredilemez mülkünüzdür. Geçmişinizi inkar edemezsiniz ve daha iyi ya da daha kötüsü geçmişiniz, hayatınızın geri kalanını ölüme kadar şekillendirecektir. Duygusal bir anda kaybolan masumiyeti ve cehalet mutluluğunu özleyebilirsiniz ama bu cehalet sonsuza dek kaybolur: artık sizler lisans mezunusunuz ve üniversite eğitiminizin yükünü, hayatınızın geri kalanında, her uyanık anınızda taşımak zorunda kalacaksınız. Dahası, uykunuzda bile hayallerinizin dolu dolu olması için bastırılacaksınız. Bu diploma töreni konuşmasının ana amacı, akademik geçmişinizle birlikte yaşamanıza yardımcı olmaktır: üniversitenizi nasıl hatırlayacağınız konusunda size bazı tavsiyelerde bulunmaya çalışacağım.
Geçmişleri tarafından şekillendirilen sadece kişiler değil, kurumlardır da, yani tüm topluluklardır. Hollandalıyım ve Hollandalılar için birkaç yüzyıl önce İspanyol işgalinden kendilerini nasıl özgürleştirdikleri, biçimlendirici bir deneyim oldu. (Size bir örnek vermek gerekirse: milli marşları o günlerden kalmadır.) Savaş 80 yıl sürdüğü için, Hollandalıların kendilerini özgürleştirmede çok etkili olmadıklarını düşünebilirsiniz ancak zamanın araçlarıyla Hollandalılar başarılı oldular.
1574'te, İspanyollar şehirlerimizden birini fethetmeye çalıştılar, ancak şehir çok iyi savunulduğu için yapamadılar. Bu yüzden şehri kuşatma altına aldılar, nüfusunu açlıktan öldürmeye çalışıyorlardı ki bu, kısmen de olsa başarılı olmuş bir çabadır. Ama su bizim hem düşmanımız hem de dostumuzdur ve 3 Ekim 1574'te bazı Hollandalılar basit bir aletle bir kaç bendi keserek bir su baskınına neden olmuşlar ve şehri kuşatan İspanyol askerleri şehirden yıkayıp atmışlardır.
Bu kuşatmanın kaldırılması, özgürlük mücadelemizde bir dönüm noktası olduğu için Sessiz William, şehrin nüfusunu cesaretleri ve dayanıklılıkları için ödüllendirmek istedi ve onlara iki ödül arasında seçim hakkı verdi: ya tam bir yıl boyunca vergi ödememe özgürlüğü, ya da bir üniversite hakkı ve vatandaşlar ikincisini seçti. Bir yıl içinde, 1575 yılında, benim de darülfünunum olan Leiden Üniversitesi, eski bir rahibe manastırı binasının reformasyonuyla kuruldu.
Size bu hikayeyi anlattım çünkü bir üniversite konseptiyle entelektüel özgürlük pratiği arasındaki sıkı bağı çok düzgün bir şekilde simgeliyor. Halen burada olduğum onlarca yılda, UT'yi bu bağın tam olarak yer aldığı bir yer olarak takdir etmeyi öğrendim. Tavsiyem ve talebim, entelektüel özgürlüğün pratiğine adanmış bir yer olan ve beyninizle ağzınızı kullanmanın birleşiminin teşvik edildiği üniversitenizi hatırlamanız ve beslemenizdir.
Üniversitenin saygı duyulması ve korunması gereken bir sonraki özelliği onun açıklığıdır. Bunu, bir neslin, kendi içgörüsünü ve yeteneklerini bir sonrakine aktardığı tüm teknikler spektrumu boyunca üniversitenin yerine kısaca değinerek açıklayayım.
Bir uçta, anlayışlarını ve yeteneklerini değerli mülk, gizli tutulması gereken bir hazine olarak gören loncaların tekniklerine sahibiz. Gizliliği korumaya yönelik teknikleri, gizli bilgiyi formüle edilmeden tutmaktır; bu nedenle, tabiri caizse çırak, beceriyi geçişimle özümseyebilmek için yedi yıl boyunca bir ustaya katılmalıdır.
Üniversite, spektrumun diğer ucundadır: profesörün, açık formülasyonla ilgili kavrayış ve yetenekleri kamusal alana getirmesi görevidir. Bildiğimiz anlamda üniversitelerin kitap baskı sanatı yerleştikten sonra gelişmeye başlaması bir tesadüf değildir.
Bu eğitim teknikleri spektrumu hakkında söylenecek daha çok şey var ama şimdi bunu yapmayacağım. Gizliliğin yokluğunun ya da daha pozitif olarak formüle edilmişliğin, açıklığın ve dürüstlüğün niçin akademik kuruluşların kalbine dokunan özellikler olduğunu size hatırlatmak için bundan bahsettim, gizleyen veya hile yapan bir üniversite kapılarını kapatabilir.
Akademi/endüstri işbirliğini göz önünde bulundururken akademik açıklığın önemli rolünü hatırlamanız için size yalvarıyorum; bir hükümet, akademik araştırmanın sonuçlarının özgürce yayımlanmasını önlemek için sözde ulusal güvenlik veya refah nedenleri uydurduğu her zaman bunu hatırlamanızı temenni ederim. Üniversiteler milletin güvenlik teşkilatının bir parçası değildirler, onlar ülkenin araştırma laboratuvarları değildir: onlar ulusun üniversiteleridir.
Geçerken şunu söylemek isterim ki, bambaşka bir nedenden ötürü böyle bu açıklık, akademik hayatta kalma için bir ön şarttır. Sadece farklı oldukları ve eğitimsizlerin anlayamadığı şeyleri anlayabildikleri için akademisyenlerden nefret edildi ve korkuldu. M.Ö. 399'da idam edilen Sokrates, MÖ 212'de öldürülen Arşimet ve daha yakın zamanlarda Hypatia, MS 415’te, İskenderiye'de bir Hristiyan çetesi tarafından acımasızca öldürüldü. Orijinal Oxford Kolejleri, öğrencileri ayaktakımına karşı korumak için tahkim edilmiş binalardı ve tüm bunların modası geçmiş şeyler olduğunu düşünürseniz, sizi Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin veya Çin Halk Cumhuriyeti'nin son tarihlerine bakmanızı tavsiye ederim. Bugünlerde akademik dünyaya hoşgörü gösterilmesi bile bir mucize ve şahsen ben akademik dünyanın gizemli hale gelmesi durumunda var olan hoşgörünün de tamamen ortadan kalkacağına inanıyorum.
Üniversite, kampüsteki entelektüel yaşamıyla kuşkusuz yerinde duramayan aklın bir yaratımıdır, fakat yaratılışından daha çoğudur: aynı zamanda onun sığınağıdır. Kampüsteki üniversite benzersizdir, parlak zekalı olmak sosyal olarak kabul edilebilirdir. Dahası, akademik dünyanın dokusu, en devrimci fikirleri dahi özümseyebilecek kadar sağlamdır.
Ama bu sadece yerinde duramayan akıllar için bir sığınak değil, aynı zamanda onlar için bir ayrılmış bölgedir de. Yerinde duramayan akılları korumakla kalmaz, aynı zamanda dünyanın geri kalanını da onlardan korur, eğer serbest bırakılırlarsa tahribata neden olurlar çünkü. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, birbirini zedeleyecek iki dünyayı birbirinden ayırdığı için kampüsün etrafındaki çit çok önemlidir. Çit, dünya üzerinde nispeten çok az doğrudan etkiye sahip olmamızı sağlar ama bundan şikayetçi olursak aptalızdır çünkü istediğimiz kadar radikal olma özgürlüğümüz buna dayanmaktadır, en azından ilk 25 yıl boyunca, sanayi ve bütün dünya her halükarda işimizi görmezden gelir. Şu anda, çitleri alçaltmaya çalışmak için dünya çapında bir eğilim var gibi görünüyor; bu çaba beni kötü yönlendirdi.
Çok küçük ancak yakın bir örnek olarak: "post-tenure review" savsözüyle üniversite ve onun fakültesi arasındaki sözleşmeyi değiştirme girişimlerini duymuş olabilirsiniz. Olayın esaslarını tartışmıyoruz ama bunu alçaltılmış çitin bir belirtisi olarak görmenizi istiyorum. Çünkü altta yatan duygulardan biri, kampüste işe alınma ve kovulmanın her yerde olduğu gibi mümkün olabileceğidir, böylece bir üniversitenin aklınıza gelebilecek diğer her şeyden farklı olması gerektiği göz ardı edilir.
Tüm öğrencilerin üniversiteyi çok özel bir yer olarak hatırlamaları gerektiğini düşünüyorum, ancak Doğa Bilimleri Fakültesi mezunları en çok bunu yapmalıdır çünkü bu okulda, bu zor bilimler, başlarının üstünde bir çatı bulmuştur. Bu, okula gidenlere, orada ne olup bittiği hakkında hiçbir fikre sahip olmayan ve dolayısıyla doğal olarak tüm bilimlerin geçici, eğreti ve geri kalan şeyler gibi modaya bağlı olduğunu varsayan diğerlerine yönelik olarak ağır sorumluluklar yükler.
Bu bakımdan, pek çok yasama organının ve diğer yönetim organlarının gerçek bilim adamlarına pek yer vermemesi güven verici değildir. Bu nedenle tuhaf şeyler olabilir.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Hollandalı endüstriler Hollandalı bir işletme okuluna ihtiyaç duyuyordu. Tamamen mesleki çağrısından dolayı, ancak daha çok entellektüel içeriğin eksikliğinden dolayı mevcut Hollanda üniversitelerinin hiçbiri bununla ilgili bir şey yapmak istemedi ve ayrı bir işletme okulu kuruldu. Bir süreye kadar her şey çok iyiydi ama birkaç on yıl sonra, kurumun statüsünün yükseltilmesine ihtiyaç duyuldu ve ne yaptığını bilmeyen ya da umursamayan Hollanda hükümeti, bu iş okulunu resmi olarak bir üniversite seviyesine yükseltmeyi kabul etti.
Ve 8 Kasım tarihli Austin American-Statesman’ında, yeni Nijenrode Üniversitesi’nin akademik durumunu nasıl kullandığını okuyabiliyorduk: Bill Gates'e bir onursal doktora verdiler, tüm akademisyenler ve ben henüz bunun nasıl olduğunu anlayamadık, bir Hollandalı olarak bunun kefaretini ödeyeceğim.
Neyse ki, bazı cesaretlendirici şeyler de olabiliyor, örneğin 27 Kasım tarihli International Herald Tribune'de bir makale okuduğumuzda, Oxford Üniversitesi’nin şartlara bağlandığı için 34 milyon dolarlık bir hediyeyi geri çevirdiğini öğreniyoruz: hediye yeni bir iş okuluna yöneliktir ancak Oxford yeni bir iş okulu istemiyordur. Üniversiteler gerçekten çok özel yerler olabilir.
Bu arada, iş yönetimini bilimsel bir disiplin olarak görme konusunda şüphelerim olduğu izlenimine kapıldıysanız haklısınız: ciddiye alınmak için çok kararsız görünüyor. 70'li yıllarda öğreti, çeşitlendirmeydi, 80'li yıllarda hakikat, ana işinize yoğunlaşmanız gerektiğini söylüyordu ve 90'lı yıllarda dünya çapındaki inanç, yüksek teknoloji endüstrilerinin entelektüel temizliği gibi görünüyor.
Orada, kampüsleri çevreleyen çitin yüksekliğinden bağımsız olarak, herhangi bir mezun öğrencinin kendisiyle birlikte dışarıdaki dünyaya götürebileceği bir şey var gibi görünüyor ve bu, yutturmacalara, sloganlara, heveslere ve modalara karşı iyi korunmuş bağışıklıkla birlikte gelen sağlıklı şüpheciliktir. Ve bu önemlidir çünkü ikincisi giderek artan bir sıklıkta geçiyor gibi görünüyor.
Bu oldukça şaşırtıcı -ve biraz da üzücü- ne kadar safça ve umutsuzca kurtuluşu bir sonraki araçtan beklemek.
Televizyonun, her oturma odasındaki günlük bir Shakespeare dozuyla, kültürel yoksunluğu azaltacağı teorisiyle nasıl desteklendiğini hatırlıyorum. Böylece toplumun bütün hastalıklarını iyileştirecekti. Ve bunun yerine biz ne aldık? Pembe diziler ve bilgi yarışmaları.
Tepegöz'ün, Socrates'ten bu yana en büyük eğitim yeniliği olarak nasıl karşılandığını hatırlıyorum. Çok daha detaylı bir hazırlık yapılmasını sağlıyordu ve bugünlerde adlandırıldıkları şekliyle yeni "görsel-işitsel yardımcılar" sınıf odalarında devrim yaratacaktı. Her küçük Eskimo’ya da modern öğretimi iglosuna kadar getirecekti. Peki, tepegöz öğretimde ne yaptı? Siz, korkarım ki benden daha iyi bir yargıçsınız.
Terminallerin gelişiyle birlikte, interaktif hata ayıklamanın tüm programlama problemlerimizi nasıl çözeceğini ve renkli ekranların gelişiyle birlikte "algoritma animasyonunun" da nasıl aynısını yapacağını hatırlıyorum. Ve ne aldık? Satın aldığınız şeye güveniyorsanız bir aptal olduğunuzu açıkça belirten yasal uyarı içeren bir ticari yazılım.
Ve şimdi çokluortam/haberleşme abartımız var: en iyi bitler çok uzaklardan gelenlerdir ve "çevrimiçi”, "internette" değilseniz sayılmazsınız, (sanal bir şekilde olsa da) bu dünyada değilsinizdir. Kelime dağarcığında bir fark dışında bu tekrar tekrar aynı yutturmaca, aynı madrabazlıktır ve "ev bankacılığına" geçerek tasarruf edeceğinizi sanıp heyecanlanmayarak bana bir iyilik yapabilirsiniz.
Son zamanlarda şimdiki Kongre Kütüphanesi başkanı James H. Billington, bilgi temelli bir demokrasi yerine, bilgiye boğulmuş bir demokrasiye gidebileceğimizi belirtti. Onun endişesini paylaşıyorum, bu yüzden şu basit dileğimle bitirmeme izin verin.
Tüm dikkat dağıtıcılarına rağmenİlginiz için teşekkür ederim.
teknoloji tarafından üretilen hepsi,
çevirmeyi başarabilirsin
veriyi bilgiye,
bilgiyi anlayışa ve
anlayışı da bilgeliğe.
Emekleriniz, çeviriniz için çok teşekkürler
YanıtlaSil